Ünlü
Kırgız Türk’ü edebiyatçı, gazeteci, çevirmen ve siyasetçi Cengiz Aymatov’un ünlü romanı “Gün Olur Asra Bedel” i birçoğumuz okumuşuzdur.
Romandaki efsanevi hikayede yer alan ve
akıllara durgunluk veren işkence yöntemlerinden biri olan Mankurt olma, insanoğlunun var olma yolculuğunda neler
yaşadıklarını gözler önüne seren bir trajedidir.
Mankurt’luk, eski Türk Kazak ve Kırgız
destanlarından edinilen bilgi ve Orta Asya Mitlerine göre dönemin Orta Asya
halkları arasında çok yaygın bir işkence ve zihin kontrol yöntemiydi. Bizde “Avarlar” Avrupa’da ise “Juan-Juan” olarak bilinen ve Kırgızistan Türklerinin
baş düşmanı olan acımasız bir topluluğun sıkça başvurduğu bir yöntem olarak
tarihte ki yerini almıştır.
Esir aldıkları kölelerden güçlü ve
kuvvetli olanları ayırıp onları tamamen kendine hizmet eden birer yaratık
haline dönüştürülmesi idi bu akıl almaz yöntem.
Bunu sağlamak için, önce saçlar kazınır,
daha sonra yeni kesilmiş deve derisinin boyun kısmı kölenin başına
geçirilirmiş. Elleri ve kolları bağlı halde günlerce çöl sıcağında bırakılan
köle, sıcağın etkisiyle başındaki deri büzülür ve kafasına iyice yapışırmış.
Deve derisi kendi kafatasıyla
bütünleştikten sonra kazınan saçlar yeniden uzamaya başlar. Fakat deri
kafasına o kadar yapışır ki zaten sert olan deve derisi, sıcağında etkisiyle
iyice sertleşir ve yeniden çıkmaya başlayan saçlar deriyi geçip uzayamadığı
için geriye, kafa derisinin içine doğru uzamaya başlarmış.
Bu Mankurt olacak köleye o kadar acı verir
ki bir müddet sonra hiçbir şeyi düşünemez hale gelirmiş.
Tam bir kuklaya dönen köle gelmişini,
geçmişini unutur, anne babasını bile tanımaz hale gelerek sadece sahibine itaat
eden bir kula dönüşürmüş.
Tamamen bilinçsiz ve her istenilen şeyi
sorgusuzca yapan bir köle…
Çok şükür ki günümüzde artık bu tür
uygulamalara rastlanmıyor.
Ancak, bu güne kadar gelmiş geçmiş tüm
milli, manevi, kültürel, aklımıza gelen her türlü değerlerimiz aleni yok
edilmeye çalışılırken nedense bu ülke insanının sadece bir kesimi tepki
gösteriyor. Diğer çoğunluk olan kesim ise sanki kafaları
uyuşturulmuşçasına kendileri için her şeyi düşünen birilerinin peşine takılmış
yürüyorlar.
Öyle ki; artık ülke yönetimindeki
uygulamalarını, tehlikeli oyunlarını, bu güne kadar yaşanmış acıları bir kalemde
silip kucak açtığı insanları izledikçe kanımız donuyor. Bu kadar insanı nasıl
kandırıyor? Bu insanlar nasıl inanıyor? Akıl alır gibi değildir…
O kadar ileri gidiliyor ki; en mahrem
konularda bile direktifler vererek, özel hayatımıza karışılarak kaç çocuk
yapacağımıza, hatta yapıp yapmayacağımıza, çocuklarımızı nasıl
yetiştireceğimize, hangi şartlarda yaşayacaklarına, bile onlar karar
veriyor. Evlerimizi bile gözetleyen, yarın karma eğitime bile karşı çıkacak
olmanın alt yapısı kızlı-erkekli tartışmalarla çağ dışı bir sistem kurulmaya
çalışılırken toplum olarak ne kadar tepki gösteriyoruz acaba?
Peki, içimizde ki bu suskun kesim, adım
adım gelen bu tehlikenin farkına ne zaman varacaksınız? Yoksa hakikaten böyle
bir sistemde yaşamayı çok mu istiyorsunuz? Köle gibi yönetilmek sizlerin
geçmişinize ve öz değerlerinize uyuyor mu, yakışıyor mu?
Tarihten bu yana hiçbir zaman kimsenin
kölesi olmayı hazmedememiş, özgür ve hür yaşamayı ilke edinmiş Türk toplumu,
böyle bir süreci nasıl kolayca benimser, ses çıkarmaz anlaşılır gibi değildir.
Ülke olarak, çağdaşlaşmanın, medeni
bir ulus ve millet olmanın bütün gereklerini, çizdiği aydınlık yolda bize
kazandırmış olan Mustafa Kemal Atatürk’ün çizgisinden hızla uzaklaştırılıyoruz
farkında mısınız?
Ey güzel vatanımızın güzel insanları ve
düşünmeyi çoktan terk etmiş ülkemizin sessiz çoğunluğu;
‘’Ben ezelden beri hür doğdum hür
yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış
şaşarım ‘’…dizeleri
artık size bir şey ifade etmiyor mu?
Sevilay Işık TOPARSLAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder