HASBİHÂL
MEHMET ŞÜKRÜ BAŞ
mehmet_sukru_bas@mynet.com
ÇANAKKALE’DEN ALDIĞIMIZ DERS
Ne kadar Türk,
Ne kadar Müslüman,
Ne kadar insan olduğumuzu öğretti.
Çanakkale’nin bir destan olduğunu, destanların nasıl
yazıldığını öğretti.
Çanakkale bize Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığını
öğretti.
***
18 Mart 1915 tarihi
Türk’ün yeniden var oluşu, yeniden dirilişidir. Bu tarih defnedilmek istenilen “Hasta
Adam” olarak tabir edilen bir milletin yeniden can bulması, yeniden diriliş
tarihidir.
İngiltere
Başbakanı Winston Churchill kendisine
yöneltilen “Çanakkale’yi geçebilecek misiniz?”
sorusuna verdiği cevapta…
“Beş dakikada Çanakkale’yi geçer, beş çayını da İstanbul’da
içeriz” diyerek Türk milletinin o
tarihteki güç ve kuvvetinin ne kadar zayıf olduğunu gözler önüne sermektedir.
Çanakkale
elinde tüfeği, tüfeğinde mermisi olmayan, ancak yüreğinde vatan ve millet
sevgisi yanan bir neslin yedi düvele verdiği insanlık dersidir. Bu derste insanlık
adına, hürriyet adına, demokrasi adına mangalda kül bırakmayan Avrupalıların
ders alması gerekir ama onların çıkarları bütün değerlerin üzerinde olduğundan
böyle bir olguyu göremezler.
Çünkü
onlar insanlıktan, hak ve hukuktan bihaberdirler.
Onlar
sadece istila eder, işgal ederler.
Demokrasi
götürüyoruz palavraları ile bütün haklara tecavüz ederler.
***
Avrupalıyı
böyle özetledikten sonra gelelim Müslüman ülkelerine.
Arapların
bizleri arkamızdan vurmasını bir tarafa bırakırsak onları en iyi Ömer Hayyam
tarif etmektedir. Ömer hayam bir rubaisinde der ki!...
Bir elde kadeh, bir elde
Kur’an
Bir işimiz helal, bir
işimiz haram.
Şu yarım yamalak dünyada
Ne tam kâfiriz ne tam
Müslüman.
Bu
tanımdan sonra dönüp de İslam ülkelerine bakalım. Bakalım hele kaç ülke kendi
ayakları üzerinde insan gibi yaşamasını biliyor?
Hiç
bakmayın göremezsiniz.
Hepsi
biri birini boğazlamakla meşgul,
Tetiği
çekende “Allahuekber” diyor, mermiyi yiyende.
Öldürende
“Allahuekber” diyor ölende.
Köle
ruhlu toplumlardır bunlar.
Ayaklarının
üzerinde duramazlar. İlle ki birilerinin boyunduruğu altında yaşamaya
alışkındırlar.
Bunların
akılları fikirleri uçkurlarındadır.
Saddam’a
tapan Irak halkı Amerika’nın attığı kementle Saddam’ın heykelini yıktıklarında Iraklıların
attıkları sevinç çığlıkları o toplumun ne kadar dengesiz, ne kadar cahil ve ne
kadar kör olduklarını göstermiyor muydu?...
Bu
sadece bir örnektir.
Suriye’ye
baktığımızda herkes Suriye’yi konuşuyor. Herkes Suriye’nin bütünlüğünden yana,
herkes Suriye’nin yanında…
Ben
bunu neye benzetiyorum biliyor musunuz?..
İnsanların
bir cenazenin tabutu altına girmesindeki yarışa..
İşte
bizim bu yüzden aklımızı başıma devşirmemiz, Allah korusun böyle bir hale
gelmememiz gerekiyor.
Çünkü
bu yanardöner coğrafyada düşenin dostu yoktur.
Parçalanmakta
olan bir vatanın bütünleştirilmesi zor olur.
Özet
olarak diyebiliriz ki tarihlerinde Atatürk gibi bir
liderleri olmayan cumhuriyet’e düşman, demokrasiden haz almayan aklı fikri
uçkurda ve çıkarlarında olan toplumların kendi hürriyetlerini yaşamaları asla mümkün
değildir.
Onlar kula kul olmaktan hoşlanırlar. Bu yüzden Atatürk’ten ve
onun kurduğu Türkiye Cumhuriyetinden haz almazlar.
Cumhuriyet rejimi ve demokrasi onların kölelik ruhunun önüne
geçmeye yeterli değildir.
***
Gelelim
18 Mart’a…
Yazımızın
girişinde de değindiğimiz gibi 18 Mart sadece vatanımızın kurtuluşu ile sınırlı
değildir. 18 Mart aynı zamanda arımızın, namusumuzun, gönderde dalgalanan bayrağımızın,
minarelerde okuduğumuz ezanların kurtuluşudur.
Eğer ki 18 Martta Çanakkale geçilseydi bu gün bayrak olmazdı
gönderde, çanlar çalardı minarede, Ayşe’nin adı Suzi, Hasan’ın adı Hans olurdu.
Ne hürriyet ne istiklal olurdu.
Bize
hürriyet ve istiklalimizi sağlayan o büyük lider Ulu Önder Mustafa Kemal
Atatürk ve silah arkadaşlarının “Ben sizlere ölmeyi
emrediyorum” emrine tereddütsüz itaat eden kınalı kuzuların ruhları şad,
mekânları cennet olsun.
Onlara
minnettarız.
Onları
unutmamamız, o ruhu yaşamamız bu duygularla sözde değil özde “Ne Mutlu Türk’üm Diyene…” dememiz gerekiyor.
Dağlarda taşlarda bu ifadeyi silmemiz değil yeniden yazmamız ve yazdırmamız gerekiyor.
Çünkü
istiklal ve hürriyetimizin reçetesi bu sözün özündedir.
Mehmet Şükrü Baş (19 Mart 2016)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder