30 Eylül 2013 Pazartesi

KASTAMONU'DA HİZMET ADAMLARI

KASTAMONU’DA HİZMET ADAMLARI...

Kastamonu kutlu bir şehir. Artık burası kutlu bir toprak olduğu için mi evliyalar gelip buraya yerleşmiş yoksa evliyalar burada olduğu için mi kutsanmış, orasını bilemem! Ama kutlu bir şehir olduğu muhakkak...

Anadolu’yu Müslüman Türkler adına tutan, dört pir’den biri olan, Şaban-ı Veli Hazretleri burada... Aşıklı Sultan, Bayraklı Dede, Benli Sultan, Deveci Sultan, Halife Sultan evliyalardan sadece bir kaçı... Diğerlerini yazamadığım için beni affetsinler. Mehmet Feyzi Efendi’yi de unutmamam lazım.

İstiklal Harbimizin kilit coğrafyası Kastamonu’dur. Mustafa Kemal Atatürk, içinde bulunduğumuz durumu Kastamonululara anlatsın diye Mehmet Akif Ersoy’u Kastamonu’ya gönderir. O da Nasrullah Camii’nde vaaz ederek, fitneye karşı Kastamonuluları uyarır ve milli Mücadeleye ikna ve razı eder.

Kastamonu saf ve temiz bir Müslüman Türk şehridir. Burada huzur, güven, saadet, asalet ve aklınıza gelecek veya gelmeyecek her türlü maddi ve manevi güzellik vardır.

Kastamonulular, bu manevi iklim içinde yetişmiş olmalarından dolayı iyi insanlardır. Bu iyilikten kasdımız inançlı ve imanlı olmalarının yanında Türksever, vatansever ve insan sever olmalarıdır.

Biz bunlara; “Türk Dünyası Günleri” münasebetiyle yılda en az bir kez gittiğimiz Kastamonu ve ilçelerinde defalarca şahit olduk. Bir çok yazı yazdık. Okuyanların dikkatini, bu şehre ve insanlarına çekmeye çalıştık.

“Türk Dünyası Günleri” kendisi de Kastamonu’nun Araç İlçesinden olan rahmetli arkadaşım Kemal Çapraz’ın teşviki ile Kastamonu Belediye Başkanlığı ve başkanlığı yürüten değerli dostumuz Turan Topçuoğlu ve çalışma arkadaşları tarafından yapıldı ve 17.’sine kadar getirildi.

Onbeş yıldır Kastamonu Belediye Başkanlığını üstün bir başarı ile yürüten Turan Topçuoğlu; bir gönül insanı olmasının yanında da aynı zamanda büyük bir hizmet adamıdır.

Yine kadrosunda yer alan Belediye Başkan Vekilimiz Bahri Yavuz, Başkan Yardımcılarımız Mehmet Saim Sayan veMehmet Çağılcı’da, Turan Topçuoğlu Başkanımızı tamamlayan birer gönül ve hizmet erleridir. Allah hepsinden razı olsun... Bu arada Emin Çapraz gibi rahmete kavuşmuş olanlarıda anmadan geçmek olmaz.

“Türk Dünyası Günleri” Kastamonu Belediyesi tarafından az imkanla ve özveri ile yapılmış ve de bunun karşılığında büyük işler başarılmıştır. Ben bizzat, Türk Dünyası’nın dört bir köşesinde bunun akislerini duymuşumdur. Bu süre içinde Kastamonu yerel yönetim anlamında, çağdaş bir gelişmeye uğramıştır. Kastamonu şehircilik açısından, Türkiye’de pek fazla göremeyeceğimiz iyi bir örnektir. Tarihi, dini ve kültürel doku korunarak büyük bir gelişme sağlanmıştır. Bu sebeple Kastamonu, geçmişte olduğu gibi gelecekte de Türk Milleti açısından “kilit şehir” olma hüviyetini sürdürecektir.

Bütün bu saydıklarımızdan oluşan güzel tabloyu ortaya çıkartan, insan elidir. Onun için bu işleri yapan insanları tanıtmak ve iltifat etmek, gelecekte Kastamonu’yu yönetecek olanlara da yol gösterecektir.

Bir Türk ve Türk Milletinin evladı olarak diyorum ki; Turan Topçuoğlu başkan başta olmak üzere Bahri Yavuz, Mehmet Saim Sayan, Mehmet Çağılcı, Erdoğan Aslıyüce, rahmetliler Kemal ve Emin Çapraz başta olmak üzere tüm Kastamonuluların Türk Dünyası’na yaptıkları hizmetlerden dolayı, minnet ve şükran duyuyoruz. Allah hepsinden tekrar razı olsun. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Özcan PEHLİVANOĞLU (Hukukçu, yazar – Yesevi Dergisi,238)
https://mail.google.com/mail/u/0/images/cleardot.gif


28 Eylül 2013 Cumartesi

MEHMET ÇINARLI'DAN İNCİLER -4-

MEHMET ÇINARLI’DAN İNCİLER -4-

Uyuyan büyük kütleyi
ancak,
kendi öz türküleri uyandırabilir.
Dağlar,
ovalar,
denizler,
ırmaklar boyu susanlarda,
konuşma hevesini
ancak,
bu güzel türküler doğurur.


27 Eylül 2013 Cuma

DİL KÜLTÜRÜ

DİL KÜLTÜRÜ

Ali Demirsoy

         Bir ülkenin kimliğini dili belirler; ancak özellikle Türklerin ülkü birliğini hatta bir anlamda evrimsel kökenini yine dili belirler. Dünyada Türkleri bir çatı altında tutmak istiyorsanız, vücutlarının yapısal özelliklerini belirleyici ölçüt olarak alamazsınız; dil kültürü Türkü Türk yapar.
        Türk dilinin özendirilmesi, kimliğimizin evrensel olarak korunması olacaktır. Birliğin yıkımı ise dilimizin yerine başka dilleri ikame etme ve önemsizleştirme ile gerçekleşecektir. Osmanlı döneminde ilk defa Birinci Meşrutiyet ilanı (1876) ve ilk sivil anayasanın hazırlanması sırasında her ne kadar imparatorluğun birliğini koruyabilmek için Türk dili konusunda duyarlı adımlar atılmış olsa da; Osmanlı uzun yıllar Türk diline önem vermemesinin acı sonuçlarını yaşamıştır; hızla parçalanmasının önemli nedenlerinden biri olmuştur. Benzer şekilde bugün de, özellikle son yarım yüzyıldır artan bir ivme ile sokaktaki tabeladan, anaokullarına, çıkarılan bilimsel makalelerden, giydiğimiz tişörtlerin üzerindeki yazılara kadar artık hep yabancı diller egemendir. Osmanlı bu gafleti ağır ödedi; dilerim biz ödemeyiz.
        Bir ülkenin klavyesini terk edip başka bir dilin klavyesini yaygın olarak kullanması bile kimlik aşınmasıdır.
        Demokrasi açılımı adı altında Türk diline yapılan saldırıları ve sinsi bir şekilde dil birliğini bozarak ulusal kimliğimizi geçmişteki gibi sarsmayı hedefleyen girişimleri hem de en yetkili kuruluşlarımızın ve bilim adamlarımızın aymazlıklarını, bilinçli ya da bilinçsiz olarak dilimizin önemsiz bir konuma düşürülerek Anadolu insanına (hatta Türk dünyasına) yapılan darbeyi göreceksiniz.
         
 

18 Eylül 2013 Çarşamba

MEHMET ÇINARLI'DAN BİR İNCİ -2-

MEHMET ÇINARLI’DAN BİR İNCİ  -2-


“Kalenin burçlarında dalgalanan bayrağı görüp,

iyimserliğin son haddine kadar gidenler var.

Kalenin içinde söylenen türküleri işitip,

yaşamaktan ümidini kesenler bulunduğu gibi.

Gerçek ne odur, ne de bu.

Kalenin içi alındıktan sonra,

bayrağın burçlardan indirilmesi

sadece bir an meselesidir.

Ama, yalnızca

kalede söylenen türküleri dinlemek,

susanları hesaba katmamak da

yanlış”.

(Kasım 1969)


15 Eylül 2013 Pazar

DİK DURUŞ VEYA APOLET

DİK DURUŞ VEYA APOLET
İstanbul Hükümetinin Harbiye Nazırı Ziya Paşa her zamanki yumuşaklığı ile;

- "Beyler.." dedi, 
- ".. İngilizlere kafa tutamayız. Adamların hiç şakası yok. Daha geçen gün, bir bahane icat ederek İzmit'i tekrar işgal ediverdiler."

Sarı Atlas döşeli büyük oda, nezaretin ileri gelen subayları ile doluydu. Hürriyet ve İtilaf Partisi yanlısı olan birkaç gerici subay dışında hepsi, Anadolu'ya geçmeye çoktan hazır, Ankara'nın İstanbul'da kalmalarını gerekli gördüğü namuslu askerlerdi. Kapı açıldı, kapının boşluğu içinde yaver göründü:

- 'Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim.'
- 'İçeri al.'

Nazır subaylara bilgi verdi:

- 'Az önce sözünü ettiğim talihsiz olayın faili.'

Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasında hızla ilerleyerek nazırın masası önünde durdu, selam verdi:

- 'Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz.'

Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın havalı bir subaydı. Nazır önündeki yazıya bakarak yumuşak sesle,
 'Oğlum..' dedi, '.. dün akşam Beyoğlu'nda, İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller'i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?'

- 'Evet efendim, doğru.'

Nazır, dürüst subaya babacanca yol gösterdi:

- 'Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?'
- 'Hayır efendim, gördüm.'

Nazırın canı sıkıldı:

- 'Niye selamlamadın öyleyse? Selamlamanız için emir verilmişti.'
- 'Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım Paşam. Askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?'

Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açtı:

- 'Askerlik töresi mi kaldı a yavrum? Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz Komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil. Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile. Olayı kapatalım.'

Başıyla çıkması için izin verdi. Ama yüzbaşı yerinden kıpırdamadı:

- 'Paşam, bir de beni dinlemenizi rica ediyorum.'

Nazır bıkkınlıkla,
 'söyle bakalım' dedi.

'Balkan savaşında teğmendim. Çanakkale'de üsteğmen, Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma savaşarak almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin, özür dileyemem.'

Harbiye Nazırı bozuldu:

- 'Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum.'

Yüzbaşı sükûnetle,
 'Anladım efendim' dedi, apoletlerini bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı:

- 'Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim!'

Selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. Oturan subayların, İstanbul'u tutan birkaçı dışında, hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşıdan daha büyüktü.

Gözleri dolarak, yüzbaşıya selam durdular...

Bu Cumhuriyeti böyle subaylar kurdular.  Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu hiç unutmayalim.. 

MEHMET ÇINARLI'DAN BİR İNCİ -1-

MEHMET ÇINARLI'DAN BİR İNCİ -1-

“Kendilerini sorumsuz sananların
hiçe saydıkları sorumluluklarının cezasını
günün birinde bütün bir toplum,
o toplumun içinde dostları,
kardeşleri,
çocukları
ve -büyük bir ihtimalle- onlarla birlikte
yine kendileri çeker.
Ve bu cezanın
ölümden bile ağır bir ceza olması da
ihtimalden uzak değildir” 
(Nisan 1969)

-- 

8 Eylül 2013 Pazar

ATATÜRK OLMASAYDI - Prof.Dr.Anıl Çeçen

ATATÜRK OLMASAYDI!
Prof. Dr. Anıl Çeçen 
Dünyanın merkez coğrafyasının tam ortasında, tarihin dönüm noktasında yeni bir devleti oluştururken hiçbir devletin yapısal modelini kopya etme­den, tamamen Türkiye koşullarına uygun yeni bir siyasal model ortaya ko­nulması nedeniyle, Türkiye ile Atatürk bir anlamda özdeşleşmiştir. 
Atatürk sayesinde Türkler modern bir ulus olarak tarih sahnesine yeniden çıkabilmişler ve varlıklarını koruyarak geleceğe dönük bir yeni süreç başlatabilmişlerdir... 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu devletin kurucusu olan Türk ulusu bugün sahip olduğu bağımsızlık düzeninin ve devlet modelinin tamamını Atatürk’e borçlu bulunmaktadır. 
Dünyanın merkezindeki güçlü devletin içerden çökertilişi ve dışarıdan askeri saldırılara ve işgallere uğ­ratılarak yok edilişi çerçevesinde tam da her şeyin bittiği bir aşamada, Ata­türk gibi birleştirici ve sürükleyici bir önderin tarih sahnesine çıkışı ile, Türk ulusu yeniden şahlanarak imparatorluk sonrasında da büyükçe bir ulus devlet çatısı altında yaşamını sürdürme şansını elde edebilmiştir. 
Atatürk’ün ortaya çıkışını ve yaptıklarını kendi döneminin koşulları içinde değerlendirmek, bilimsel açıdan daha doğru bir yaklaşım olacaktır. 
Aradan yüz yıl geçtikten sonra onun yaptıklarını küçümsemek ya da bugünün ko­şulları doğrultusunda onun yaptıklarını olumsuz bir doğrultuda değerlen­dirmek, hem yanlış hem de insafsız bir yaklaşım  olacaktır. 
Özellikle bu­günün basını ve medyasına bakıldığı zaman, Atatürk eleştirisi yapanların çoğunun böylesine insafsız ve haksız bir tutum içerisinde hareket ettikleri görülmektedir. 
Bugünden düne bakarken daha yansız ve objektif bir tutum takınmak gerekirken, tümüyle karşıt bir yaklaşım içerisinde hareket etmek, Atatürk’e karşı yapılan ciddi bir haksızlığı gündeme getirmektedir. 
Atatürk ve cumhuriyet düşmanlarının ya da başka devletler hesabına çalışan bazı ajan tarihçi ya da gazetecilerin Atatürk’e karşı sürekli olarak sürdürdük­leri anti tutumlarına israrla devam ettikleri izlenmekte ve bu nedenle de bir türlü Atatürk ile ilgili olarak Türk kamuoyunda yeterince fikir birliği sağlanamamaktadır.. 
Atatürk olmasaydı, bu topraklarda işbirlikçi, mandacı bir sömürge düzeni, ya da dinci ortaçağ yapılanması veya küçük etnik toplulukların oluştur­dukları eyaletlerden oluşacak bir batı sömürgesi konumunda bölgesel fe­derasyon düzeni kurulabilirdi. 
Bu devletler kurulabilseydi, günümüzde Mustafa Kemal Atatürk’e böylesi haksız düzeyde saldırılar yapılamazdı. 
Kendi çıkarları doğrultusunda istedikleri devlet modelini kuramayan din­ciler, etnikçiler ve mandacılar günümüzde işbirliği yaparak toptan bir iş­birlikçi satılmış kadro halinde Atatürk düşmanlığına devam etmektedirler. 
Bu topraklar üzerinde proje sahibi olan tüm siyasal kesimler, işbirliği içe­risinde olduğu emperyal devletler ya da güçler merkezlerinden aldıkları desteklerle Atatürk’e ve onun eseri olan Türkiye Cumhuriyetine saldır­mağa günümüzde de devam etmektedirler. 
Böylesi haksız bir saldırı kam­panyası ile karşılaşan Türk devletinin yönetiminin şaşkınlık içinde boca­ladığı, Türk ulusunun da fazlasıyla üzülerek yeniden umutsuzluk içerisine sürüklendiği görülmektedir. 
Türk devletini ortadan kaldırmak isteyen emperyal ve Siyonist güçler ile beraber, onların yerli işbirlikçilerinin bit­mek tükenmek bilmeyen olumsuz tutumları ülkeyi bir karışıklığa ve kaos ortamına sürüklemektedir. 
Karşılarında Atatürk olduğu için projelerini gerçekleştiremeyenler, bugün küresel kapitalizm ve emperyalizmin dümen suyunda giderek yüzyıl sonra yeniden eski projelerini devreye sokmak için çabalamaktadırlar. 
Böylesi kötü niyetli bir saldırı kampanyası ile karşıla­şan Türkiye Cumhuriyeti devleti, bugünün koşullarında ciddi sarsıntılar geçirirken, Atatürk’ün devlet modeli de siyasal açılım ve saçılım edebi­yatları doğrultusunda çözülmeye doğru zorlanmaktadır... 
Atatürk olmasaydı Türkiye Cumhuriyeti diye bir devlet olmazdı ve Türkler dünyanın merkezi coğrafyasında bağımsız bir devlet çatısı altında güven­celi bir yaşam düzenine kavuşamazdı. 
Türk dünyası için model olacak çağdaş bir cumhuriyet düzeni Anadolu ve Rumeli topraklarında kurula­mazdı. 
Türk ulusu ortaçağ uykusundan uyanarak, çağdaş düzeyde bir halk yönetimine kavuşamazdı. 
Atatürk olmasaydı, batının büyük devletleri ile yarışacak derecede  güçlü bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti kurula­mazdı. 
Atatürk olmasaydı Türk dünyası geleceğe dönük çağdaş bir devlet ve yaşam düzenine sahip olamazdı. 
Türkler,Misakı Milli sınırları içerisinde kendi egemenlik düzenlerini kuramazdı. 
Yeni Bizans ya da Roma impara­torluğu arayışı, Osmanlı topraklarını yeniden Hristiyanlığın hegemonyası altına sokardı ya da bölgeye yerleşebilmek için İngiliz ve Amerikan dev­letleri ile küresel sermayeyi kullanan Siyonizm, Büyük İsrail İmparatorlu­ğu'nu dünyanın merkezinde kurardı. 
İşte bütün bu devlet modellerini Os­manlı İmparatorluğu sonrasında kuramayan emperyal ve Siyonist güçler, günümüzde elbirliği ve işbirliği yaparak toptan bir koro halinde Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti saldırılarına devam etmektedirler. 
Atatürk olmasaydı belki Atatürk düşmanları daha mutlu olurdu ama Türk ulusunun da kara bahtı yenilmezdi. 
Atatürk var olduğu içindir ki, Türk devleti de var olmuştur. 
Atatürk olduğu içindir ki, O’nun izinden giden bir Türk ulusu ve Türk gençliği günümüzde yeni bir var olma ve yaşama savaşı vermektedir. 
  

4 Eylül 2013 Çarşamba

"MUTLULUK" DA SINIFTA KALDIK

MUTLULUK KONUSUNDA
TÜRKİYE SINIFTA KALDI
(Bu haber, daha önce okumamış olanlar için)
Türkiye, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) yayımladığı
“dünyanın en mutsuz ülkeleri” listesinde birinci sırada yer aldı.*

OECD’nin 25 Avrupa ülkesi, Kuzey Amerika ve diğer üye ülkeler arasında
yaptığı araştırmaya göre, Türklerin sadece yüzde 28′i hayatlarından memnun
olduklarını söyledi.

Araştırma sonuçlarını içeren rapora göre, Türklerin yüzde 57’si de gelecekte
hayatlarından memnun olacakları konusunda umutlu değil.

Mutsuzluk için belirlenen kriterlerde Türkiye’nin durumu, araştırmaya
katılan birçok ülkenin gerisinde. Rapora göre Türklerin mutsuzluğunun
başlıca nedenleri şöyle:

Eğitim: Yaşları 25 ile 64 arasında değişen yetişkinlerin sadece yüzde 30′u
lise diplomasına sahip.

Toplum: Türklerin sadece yüzde 79′u ihtiyaç duydukları zaman
güvenebilecekleri biri olduğuna inanıyor. Araştırmaya göre OECD ülkelerinde
bu oran ortalama yüzde 91.

Yaşam süresi: Türkiye’de ortalama yaşam süresi 73, 6 yıl. Bu süre son
yıllarda yükselse de hala birçok OECD ülkesinin gerisinde.

Barınma: Türkiye’de evlerin yüzde 17’sinde tuvalet yok.
İşsizlik: Çalışabilecek yaştaki nüfusun sadece yüzde 46’sının işi var.
Türkiye’nin başı çektiği mutsuz ülkeler listesinde ilk on ülke şöyle:
1. Türkiye
2. Meksika
3. Şili
4. Estonya
5. Portekiz
6 Macaristan
7. Slovakya
8. Yunanistan
9. Kore
10. Polonya

*Hürriyet Planet*